BüyükDergisi( gazeteler Zamanın Hakikat gazetesi Şimdinin Türkiye Gazetesi) Işık cemaatinin içyüzü

ACEZE BASIN

Türk basını, her çeşit günlükler ve haftalıklarla beraber 2 buçuk milyona varan bir (traj-baskı) sahibidir. Bu miktarın 2.300.000'i İstanbul gazete ve dergilerine ait, gerisi de, Ankara ve İzmir dahil, bütün Anadolu'ya... Yine bu miktarın en aşağı 1 buçuk milyonu da satıştır. Demek ki, bu memlekette ancak 100 kişide 4 kişi gazete ve dergi okur. Bunlar arasında birkaç gazete ve dergi alanları hesaba katacak olursanız, gazete ve dergi okuyucularının nispeti daha da aşağı düşer.

Memleket hesabına kötü not... Fakat basınımızın menfi rolü düşünülecek olursa bu alâkasızlığı Öpüp başımıza koymamız icap eder. Şu var ki, bu alâkasızlık, bir şuur ve iradeden gelmemekte, sadece vurdum-duymazlıktan doğmaktadır. Zira bildirdiğimiz satışın yine en aşağı 1 milyonu fuhş ve rezalet basını elinde ve ancak bunlar satabilmekte... Demek ki, halkımız, gazete ve dergileri bu umumî vasıflarından Ötürü almıyor değil, aldığını sırf bu yüzden alıyor, gerisini de göz atmak zahmetine bile lâyık görmüyor. Herhangi ahlâkî ve fikri bir kaygıdan gelmeyen bu alâkasızlık, vurdum-duymazlık ve başıboşluk şundan bellidir ki, sol cephenin fikir gazete ve mecmualarında umumî satış, başta 100 binlik sabit müşterisiyle "Cumhuriyet", 120 bini geçmez; mukaddesat ve Türkün ruh köküne bağlılık iddiasındaki 5 gazete ise, top-yekûn ancak 20 bine varabilir ve ilerisini sökemez. Umumî satışın, taş çatlasa yüzde bir buçuğunu aşamamak... Hazin durum!..

Bu memlekette bunları "berâ-yı merhamet" tutacak ve ileride kalitelenmelerini bekleyecek 100 bin müslümanın bulunmayışı yürekler acısı bîr hâl iken, onların böyle bir sahabete liyakatsizlikleri, ayrıca ciğer dağlayıcı bir keyfiyet...

Bu 5 gazeteyi, benzerleri bir dergiyle beraber "aceze basın" diye vasıflandırmak yerinde olur...

1943 yılında, "Allah" demenin bile Basın ve Yayın Umum Müdürlüğünce yasak edildiği devirde, din ölçülerini papağanvâri gevelemek yerine o ölçülerden tütücü bütün bu dünya görüşü hamlesiyle (agora)ya çıkan, bilhassa Halk Partisi'ne ve onun eser dediği şeye amansız bir mücadele açan, zindandan zindana sürünen, derken günlük gazeteye inkılâp eden, sonra ayrı darbeler neticesinde yaralanıp (koma)ya giren, yahudi öcüyle 1 sene 3 gün zindanda ölüm ve cinnet terleri döken, yine dergiye dönen, yine günlük gazeteye çevrilen, yine (sabotaj), yine dergi, yine kapanış, ihtilâl ve ölüyü tekrar öldürmek ister gibi, kapalıyken kapatılan, peşinden birkaç zuhuruna rağmen aradığı geniş fikir zümresini bulamayan, fakat bugün Türkiyede İslâm dâvası adına ne varsa hepsinin birden annesi olduğunu bilen, ama çocuklarının daha bulûğa ermeden rüşd İddia ve istiklâl ilân etmeleri karşısında dudaklarını ısıran Büyük Doğu'yu, bir kenarda tutacak olursanız, hükmedebilirsiniz ki, bugünkü örnekler, dâvayı kuvvetlendirme değil, harcama yolundadırlar.

Aralarından, sahibinin imanı ve ahlâkı bakımından kimsenin şüphelenmeye hakkı olmayan "Bugün", Necip Fazıl'ın "Çerçevelerini yazdığı ve ana tefrikasını kaleme aldığı devirde baskısını 90 binin üstüne çıkardığı ve 100 bine yaklaştırdığı hâlde, eline geçen bu müstesna iklimi koruyamamış, gazete olamamış, genç patronunun birden bire kendisini bir fikir selâhiyeti sanması ve mütefekkir rolüne kalkışması gibi toy bir nefsaniyet belâsına uğramış, birtakım batak yatırımlara saplanmış, hapse mahkûm şanlı bir dâva adamının ken-di vatanında kalıp her çileye katlanması ve yakınında kalması gerekirken, yabancı diyarlara sığınmayı tercih ettiğine şahit olmuş, başsız kalmış, herkesin kitaplarda bulabileceği mukaddes "ilm-i hal" ölçülerini asabiyetle öne sürmeyi fikir ve gazetecilik sayıcı bir anlayışa kurban edilmiş, nihayet tek bobinlik bir İstanbul baskısından ibaret kalarak, eski satışının onda birine düşmüştür.

Ne yazık, ne yazık!...

"Sabah" gazetesi ise, yine "ilm-i hal" bilgileri vermeyi İslam'a yardım sanan ve böylece dine borçlarını ödedikleri vehmi içinde, din ruhuna tam zıt şekilde hükümete tâ'viz verip ticarî menfaatlerini korumak gayesini güden milyonerler elinde öldürülmüş, can çekişirken "Bugün"ün sahibine devredilmiş, onun elinde büsbütün nebat hayatına düşmüş, Demirel'e mason demeyi küfür sayan yüzde yüz küfür belirtici bir telâkki emrine terkedilmiş, nihayet o telâkki sahibinin başka bir gazete kurması (Hakikat) Üzerine sürüne sürüne şu âna kadar gelmiş ve şimdi yeni bir silkiniş ve kalkınış niyetiyle hazırlanmaya başlamış bulunuyor. Tıbbın ölüm haberini verdiği bir hasta üzerinde tek ümidin Allah'da olduğu kaydiyle, bu dâvanın Büyük Doğu'dan sonra ilk gazetesi "Sabah"a sıhhat, selâmet ve muvaffakiyet dileriz.

"Bizim Anadolu" üzerinde, çocukların bayramda valilik oynamaları gibi, dâvanın dış çizgilerinden başka hiçbir şey göremeyen bir heveskâr işi olduğundan, fakat şimdiye kadar üstün islâm siyaseti noktasından çatlak bir ses çıkarmamış bulunduğundan başka söylenebilecek söz yoktur.

Büyük Doğu'nun büyük fikir aksiyonuna duyduğu özenti yüzünden o adın bir nevi anlayışsız tercümesi olan "Yeni Asya" isimli gazete de, renksizlik, kokusuzluk, lezzetsizlik, hareketsizlik şaheseri...

Fakat şimdi mukaddesatçı basında, bizzat din hükmüyle en menfî örneği belirtici bir organ vardır ki, o da isminin tam tersinden müsemmâsı "Hakikat" gazetesidir. Edep ve terbiyemizin îma ve hayal etmeye bile izin vermeyeceği şekillerde, kimbilir hangi menfaat peşinde bu gazete Demirel'cilik ve hükûmetçilik yapmakta ve işin en tahammül edilmez tarafı, bu tavrını İslama istinat ettirmeye yeltenmekte ve tam bir bedahet ve hakikat ifadesiyle aksini iddia edenlere küfür isnat etmeyerek gitmektedir. Bir mümine küfür isnadı küfür olduğuna göre, "Demirel masondur diyen kâfirdir!" fetvasını çıkarmış, böylece küfrün en açığına düşmüştür.

Ayol; Demirel'in mason olduğu, şehadetnameli bir keyfiyettir ve kütükteki kaydına, tarihine, cilt ve sıra numarasına, üstündeki ve altındaki üyelere kadar malûmdur. Bu kadarı bile ona mason diyenin değil, demeyenin anormal olduğunu ispata yeterken, biz Demirel'deki din sadakatsizliğini hiçbir zaman masonluğunda göstermeye lüzum görmedik de doğrudan doğruya ağzından dökülen kelimelerde bulduk. Arada bir göstermelik bir eda ile "Allah'tan niyaz ederiz!" diye konuşan mumaileyh, adım başında ve hiçbir lüzum ve sebep olmaksızın "bu memlekette teokratik idareye yer yoktur!" sözünü eden adam değil midir? Durup dururken ve kimse "teokratik idare isteriz" gibilerinden bir söz etmezken, şeriata bu istiskal ve hakaret, Demirel'de iman ve İslâm diye bir şey bırakır mı; ve böyle bir zatı İslâm adına korumaya kalkışmak, en büyük bir velîden ders almış bir insana yakışır mı?

Beyzî çerçeve içindeki başmakale parçasına ve öbür klişelerde manşetlere bakın da parmağınızı ısırın!

"Hakikat" gazetesinde çıkan bir başmakalede, Demirel'i tutmayı ibadet diye gösteren satırlar çıkmıştır ki, artık buna "pes" demekten başka çare yoktur,

"Günaydın" gazetesi Allah Resûlü'nün mukaddes hayatını foto-roman hâline getirir, Kâinatın Efendisini güya yüzünü saklayarak iğrenç bir teşhis plânına çıkarmaktan haşyet duymaz ve mübarek Peygamber zevcesi Hazreti Ayîşe'yi âdeta bir rakkase şeklinde gösterirken ve daha ne rezalet ve kepazelikler işlenirken, ağızları açılmayan ve süklüm püklüm oturan bu gazeteler arasında hakikatsiz "Hakikat"i, sade vazifesini yapmamakla değil, dâvaya ihanet etmiş olmakla suçluyor ve aydın İslâm zümresinin artık incelikleri farkedici bir idrak kıvamına ermesini bekliyoruz.

Yüreğimiz oyulurcasına bir acı ile bildiriyoruz ki, sağ basındaki 5 gazeteden hiçbiri vazifesini yapamaz, gazete olamaz, giyim ve kuşam Ölçülerinden bile anlayamaz, fezayı delici bir projektör hâlinde gözlerini İslâm zaviyesinden dünya ve kâinata çeviremezken, biri de aynı vazifeyi böyle yaparsa hâlimiz nice olur.

Böyle olmaktansa hiç olmamak evlâdır.

Büyük Doğu Dergisi 13 Ocak 1971, S.2,sh.12-13

Yorumlar

Popüler Yayınlar