Gerçek âşık odur ki sevgilisine olan aşkını gizli tutup bu uğurda can versin...

Bildi tamâm-ı âlem kim derd-mend-i aşkım
Yâ Rab henüz hâlüm bilmez mi ola yârim

(Aşk derdini çektiğimi bütün âlem biliyor.
Ya Rab, durum bu iken, hâlâ sevgilim benim hâlimi bilmiyor mu acaba?! )

Bir âşık için en büyük ıstırap, sevgilisinin kendisinden tegafül göstermesi, yani onu âşık saymamasıdır. Görmezden ve bilmezden gelmenin bir adım ötesi de duymazdan gelmedir. Şairin bunca feryadına rağmen sevgilinin onu işitmemesi yahut işitmiyormuş gibi davranması, çekilir dert değildir. Üstelik bütün âlemin bildiği bir şeyi inkâr noktasında hakikî aşk kendini gösterir. Çünkü aşk, yalnızca seveni ilgilendirir, sevilenin bundan haberdar olması yahut ona cevap vermesi aşkın değerini de düşürecektir. Gerçek âşık odur ki sevgilisine olan aşkını gizli tutup bu uğurda can versin.

Vaslından ayrı n'ola kanım dökülse gül gül
Ben gülbün-i firâkım bu fasldır baharım

(Sana kavuşma özlemiyle kanım gül gül dökülse ne çıkar; ayrılığın gül dalı benim ve şimdiki bu mevsim de benim baharımdır. )

Fuzûlî, salt ayrılıktan yaratılmış bir fidan olarak gördüğü için gül rengindeki gözyaşlarını (kanlı gözyaşı) bu fidanın bir meyvesi yani ayrılığın tabiî sonucu olarak anlıyor ve ayrılık acısıyla aldığı her nefesi kendisinin en mutlu olduğu mevsim ve çağ olarak nitelendiriyor. Kendisini baştan ayağa bir gül fidanı ile teşhis eden bir âşığın yaprak dökmesi de ancak gül yapraklarının dökülmesi yani kanlı gözyaşlarının gül yaprakları gibi yere saçılması şeklinde anlaşılabilir ki, bu da gülün, ömrünün sonuna geldiğine delâlet eder. Yani şair, ayrılık acısıyla can verme noktasına gelmiştir. Çünkü aşk uğruna henüz can vermeyen âşıkta dökülecek kan var demektir.

Rüsvâylarından ol meh saymaz beni Fuzûlî
Divâne olmayam mı dünyâda yok mı ârım

(O dolunay sevgili, yazık ki beni aşkıyla rüsva olanlar arasında saymıyor. Ey Fuzûlî, bu tutum karşısında nasıl çıldırmam; dünyada benim ar ve namus duygum kalmadı mı yani?!.. )

Bir insan aşk divanesi olduktan sonra zaten rezil rüsva olmuş, dolayısıyla ar ve namustan sıyrılmış demektir. Buna rağmen sevgilisi onu görmezden gelip uğrunda çektiklerini hiçe sayıyorsa, ona hakaret ediyor demektir. Âşığı çıldırtan, onun namusuna dokunan da işte budur.

Sevgili uğruna can vermek, âşık için pek kolaydır. Ne var ki sevgili, kendi uğrunda kurban olan canı kurbanlığa kabul etmezse asıl felâket odur ve ömür boşa geçmiş sayılır.

Şair sevgilisini aya benzetirken eski yıldız ilmine göre ayın sa'd (kutluluk) ve neyyir-i asgar'ı (küçük nurluluk) temsil ettiğini, astrolojiye göre ay burcundan olanların sebatsız, ihmalkâr ve kararsız olduklarını da bize hatırlatmaya çalışıyor. Çünkü bu huyların hepsi, sevgilide olan özelliklerdir.

Nihayet şair ay ile deliliği yan yana getirerek, o ay sevgiliyi gördükten sonra nasıl çıldırmayayım, diye yakınmaktadır. Bilindiği gibi dolunay, deliliğin artmasına yol açar. Dolunaya direkt muhatap olan eşyanın tabiatı değişir, keten çürür, şarap bozulur, insanların duyguları çılgınlığa varır. O halde Fuzûlî'nin de dolunay gibi olan güzelin sevgisiyle direkt temas halindeyken delirmemesi imkan dışıdır. Buna aşk cinneti derler. Fuzûlî'nin, bu gazelde daha ilk beyitten itibaren neden âşığa değil de aşka yalvardığını ve kendini salt aşktan yaratılmış olarak gördüğünü şimdi anlıyor musunuz?!..

Cinnetini arttıran aşkına aşk olsun ey büyük âşık!..

İskender Pala

Yorumlar

Popüler Yayınlar