Işık Cemaati İçyüzü 3

BU CEVAP SONUN SONUNCUSU!

"Aceze Basın" başlığı altında, cephemizden olan veya sanılan, çoğu masum gazetelerin halini ele almış ve bu arada fikrî ve ilmî öfkemizi, "masum"un tam zıddı, "Hakikat" isimli, 40 gramlık, birkaç yüz satışlı kağıt parçasına yöneltmiştik. Bu gazete, kendisini şahsî ve mahrem çerçevede dindar satmaya çalışırken, resmî ve alenî plânda her vesileyle İslama tecavüzü şiar edinmiş bir Başbakanı tutuyor ve (tutup tutmamanın âkibeti kendisine) onu desteklemeyi ibadet olarak ileriye sürüyor, onu yerenleri küfürle ithama kadar gidiyor, böylece İslâm adına küfre iman bileti kesmek ve kabul etmeyenleri "kâfir" ilân etmek derecesinde bir cinayete sürükleniyor, yani bizzat küfrün en şenîine düşüyordu. Bizden olan gazetelerse, bu hale sükût ile mukabele ediyorlardı. Taşıdığımız iman ve onun dayanağı ihlâs ateşi bakımından biz bu feci dalâlete karşı susamazdık. İşin en elemli tarafı, bu gazetenin perde arkası güdücüsünün uzun yıllar İslâm yolunda çalışmış ve Necip Fazıl'in mürşid ve Efendisine bağlılık iddiasında bir adam olmasıydı. Necip Fazıl ilk yazıyı neşretmeden bu efendiden müdafaasını istemiş ve kendisinden zelîl ve murâi bir mektuptan başka cevap alamamıştı. Böyleyken yakarıcı ve ayak öpücü mektubun adilik vasıflarını belirtmeksizin onu neşretmiş, dâvayı, yüreği sızlayarak, gayet efendice, ilim lisaniyle ve bir laboratuar katiyetiyle ortaya dökmüş ve kendisinden ya sükût, yahut fikirle mukabele beklemişti. Fakat böyle olmadı; merkum efendi, son derece adi, genç ve güzel oğlan müsabakasına katılmış olduğu rivayet edilen maşalarını, Necip Fazıl'a mukabeleye memur etti ve bunlar, lisanın bütün küfür kelimelerini bir çuvala doldurup rastgele çekercesine bize saldırmaya yeltendiler. Hayret ettik! Bize karşı böyle bir adiliğe ve gerçek namussuzluğa, Bâb-ı âdi'nin hiçbir ferdi, komünistler ve alenî dinsizler bile düşmemişti. Bunun üzerine, hareketlerine son ve tam bir mukabele olarak bir evvelki yazımızdaki teşrih ve teşhir yazısını kaleme aldık ve merkum şeyh müsveddesinin Büyük Velî'ye nispetinden icazetine, ilminden eserlerinin kendisine aidiyetine kadar her tarafının sahte olduğunu, Abdülhakîm Arvâsi Hazretlerinin Seyyid kanını taşıyan yakınlarının şehadetiyle ve ayrıca kendi vesikalarımızla ve yine bir laboratuar katiyetiyle ispat ettik ve artık susmaya karar verdik. Bu defa (anestezi)si yapılmadan ameliyat edilen bir serserinin operatöre karşı ağzına gelen küfürleri dizmesi gibi büsbütün kudurdular; ve necasetten mamul bir kürk giyinmiş ve binaenaleyh kirlenme korkusu olmayan mahut maşaya yeniden saldırma emrini verdiler... Bu, domuzların bile yüzüne tüküreceği kadar şenî tip, Necip Fazıl'a, "namussuz!" diye hitap edecek ve onun köpek şeklinde karikatürünü çizip cami duvarına yestehletecek derecede mecnun bir cür'ete kapıldı ve bazı gençlik zümrelerinin, ona ciğerini kusturasıya dayak atmak için Necip Fazıl'dan istedikleri müsaadeye "böyle bir şey yaparsanız beni kaybedersiniz!" mukabelesi sayesinde kurtuldu. Kurtulanlar arasında başkaları da vardı. Artık vaziyet besbelliydi. Yedikleri ölüm darbesi karşısında, şuurlarını kaybetmişler ve camiye yestehleyen köpeğin başını Necip Fazıl'a benzetecekleri yerde, ortaya efendilerinin başını yerleştirmekteki isabeti göremez olmuşlardı.

Buraya kadar olanları tekrar ele almaya değmez ve artık sükût etmek icap ederdi. Fakat bunlar en büyük sahtekârlıklarını, Efendi Hazretlerinin asîl mahdumu Münir Üçışık Beyi başka bir iş vesilesiyle matbaalarına çağırıp onun ağzından lâf almak ve bu lafları kalpazanca tahrif etmek namussuzluğuna (namussuz diye bu işi yapana derler) düşmemiş olsalardı... Bu gün o Büyük Velî'nin hayatta bulunan biricik oğlu Münir Üçışık, Necip Fazıl'ın, Efendisinden, diğer bütün yakınları gibi, kendisine muazzez bir emanet bildiği ve pek çok iltifatına mazhar olduğu bir kimsedir; ve mahut kâğıt parçasına, neşredilenler içinde bile Necip Fazıl aleyhinde hiçbir şey söylemediği gibi, söylendiği iddîasiyle neşredilenlerin ve onlara verilmek istenen havanın da bir tahrif eseri olduğunu İmzasıyle tespit etmektedir.

Münir Üçışık "Hakikat" isimli kâğıdın kendisinden kuvvet almaya yeltenen bu kalpazanlığını görünce, Bayramın ilk günü gazetenin sahibi ve perde arkası şeyh müsveddesinin damadı Enver Ören'i evine çağırmış, sahtekârlıklarından dolayı onları en acı hücuma muhatap kılmış ve ellerinden çerçeve içinde gördüğünüz mektubu almıştır. Onlar da, utanmadan ve ter dökmeden bu vesikayı imzalamışlardır.

Enver Ören, İtalya'da bazı tahsil ve tetkik faaliyetleri içindeyken, Necip Fazıl'a, Abdullah îbn-i Abbas hakkında bir yazı göndermiş ve rüyasında Necip Fazıl'ı o koca sahabî ile gördüğünü yazmış olan adamdır. Yazı elimizdedir. Dilerse neşredebiliriz.

Her şeyi ve bütün karakterleri el ayası gibi gösteren bu sahtekârlık numarasından sonra, söylenecek söz kalmıyor ve artık onları diri diri gömüldükleri mezarda taaffüne terket-mekten başka yapılmaya değer iş mevcut bulunmuyor. Bundan böyle istedikleri gibi, mezarlarında gaseyan edebilirler...

Büyük Doğu Dergisi 17 Şubat 1971, S.7, sh.5

Yorumlar

Popüler Yayınlar