MEHMET AKİF ERSOY - İlmi ve Fikri Mülahazalar

MEHMET AKİF ERSOY
HAYATI-ESERLERİ-DÜŞÜNCELERİ
Hayatı: 1873 yılında İstanbul Fatih’te doğdu. Babası Tahir Efendi,annesi Hacce Emine Hanımdır. Babası ona Ragıf ismini vermişse de çevresi ve arkadaşları ona Akif demiştir. Temiz,dindar,medeni ve duygusal bir ailenin çocuğudur.  
              Babası Fatih Medresesi müderrislerindendir.Babası için, “Hem babam, hem de hocam idi, ne öğrendiysem ondan öğrendim.” der. Okul yıllarında Arapça,Farsça ve Fransızca’yı çok iyi seviyede öğrenmiştir. Arapça’yı babasından öğrenmiştir. Şiire merakı okul yıllarında başlamıştır.
Mülkiye mektebine devam ederken babası vefat eder,Fatihteki evleri yanar. Maddi sıkıntı içine girer. O yıllar mülkiye mezunlarına görev verilmemektedir yada az maaşlı görevler verilmektedir. Bu sırada Baytar mektebi açılır. Burayı bitirince daha iyi bir iş bulma düşüncesiyle mülkiyeyi bırakarak baytar mektebine kaydolur. Baytar Mektebini birincilikle bitirir ve bundan sonra hafız olur. Bu arada güreş de yapmaktadır.
Birkaç yıl baytarlık, ardından umur-u bahriyede müdür muavinliği, yapar. Halkalı Baytar Mektebinde kitabet, Darulfunun da edebiyat öğretmenliği yapar. Yirmi beş yaşında iken 1898 yılında İsmet Hanımla evlenir. Bu evlilikten ilk üçü kız altı çocuğu doğar. İsimleri sırasıyla şöyledir: Cemile,Feride, Suad, İbrahim Naim,Emin ve Tahir.
Birinci Dünya savaşı sonrasında Anadolu işgal edilince içine bir ateş düşer. Balıkesir ve Kastamonu’da vaazlar vererek halkı işgal güçlerine karşı direnişe çağırır. Ankara’ya gelir ve Taceddin dergahında kalmaya başlar. İstiklal savaşı yıllarında TBMM de Burdur mebusu olarak bulunur. Abbas Halim Paşa’nın daveti üzere Mısır’a gider ve vefat ettiği 1936 yılına kadar Mısırda bulunur. El-Ezher Üniversitesinde Türk Edebiyatı dersleri verir. Mısır’a gitmeden önce Diyanet işleri başkanlığı kendisinden bir Kur’an-ı Kerim meali yapmasını ister. Bu görevi kabul etse de başladığı bu işi kendine has bazı özel sebeplerden dolayı tamamlamaz ve yaptığı çalışmayı yakar. Kur’an mealinin, aslı gibi sanılmasından endişe eder.
1936 da Türkiye’ye döner. Hasta ve bitkindir. Bütün dostları ile görüşür ve helalleşir. 27 Aralık günü akşamüzeri vefat eder. Cenaze namazı Beyazıt camiinde kılınır. Duyulmadığı için cenazesine İstanbul üniversitesinde okuyan öğrenciler ve bazı vatandaşlar katılır ve İstanbul Edirnekapı Mezarlığına defnedilir.
Eserleri: Safahat, Bazı ayet tefsirleri, Vaazlar, Makaleler,Tercümeler
İstiklal Marşı: Şubat 1921 de yazdı. Eser, 1 Mart 1921 de TBMM de Milli Eğitim Bakanı, Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından okundu. Her kıtası büyük bir coşku ile alkışlandı. 12 Mart 1921 de TBMM tarafından milli marş olarak kabul edildi. Ödül olarak verilen 500 lirayı o an için çok ihtiyacı olduğu halde almayıp devlete bağışladı. Şiirini de millete armağan ettiğinden, Safahat isimli eserine koymadı. Şu anki bilinen ve söylenen bestesi Zeki ÜNGÖR tarafından yapıldı. Vefatından önce ziyaretine gelenlerden biri “Acaba İstiklal Marşı tekrar yazılsa daha iyi olmaz mı?” dediğinde “Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın” demiştir. Yani aynı kurtuluş savaşı yıllarını göstermesin demek istiyor. 
ŞAHSİYETİ: Mehmet Akif, düşündüğünü söyleyen, yazan ve yaşayan bir insandı.Sözünün eri dürüst bir insandı. Bir gün bir arkadaşıyla randevulaşır. Görüşecekleri gün çok yağmur yağar. Arkadaşı, “Bu havada görüşme olmaz, zaten O da gelmez.” Diye düşünerek evinden çıkmaz. M. Akif, tam randevu saatinde buluşacakları yerdedir. Yağmur altında saatlerce bekler. Sırılsıklam ıslanır. O vaziyette doğruca arkadaşının evine gider ve “Ben buluşma yerine zamanında geldim ama sen gelmedin” der. Bundan sonra o arkadaşı ile ilişkisini keser.
Arkadaşlarına karşı mütevazı, tanımadıklarına karşı onurlu idi. Menfaat uğruna ezilen bükülen biri asla değildi. Hazır cevaplıydı ve espriler yapardı. Fıkra anlatmayı sever, uygun yer ve zamanlarda “Fıkra gelsin mi? der ve anlamlı bir fıkra anlatırdı.
Çok okur ve   önemli bilgileri ezberlerdi. On bin beyiti ezbere bildiği söylenir.
Yeniliğe açık bir insandı fakat eski değerlerin kıymetini de bilirdi. O şöyle der:
Bir şey eski diye atılmaz, fena olduğu için atılır. Yeni de sırf yeni olduğu için alınmaz iyi olduğu için alınır.
Musikiyi, ağır şarkıları ve ilahileri dinlemeyi sever. Güzel sesli mevlithanları ve Kur’an hafızlarını da dinlemekten zevk alır. O hayatı boyunca içki ve sigara içmemiştir.
Şu beyitleri onun kişiliği hakkında bize yeteri kadar fikir vermektedir:
Zulmü alkışlayamam zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
Bir ecdadıma saldırdı mı boğarım,
-Boğamazsın ki!
Hiç olmazsa yanımdan kovarım
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam
Doğduğumdan beridir aşıkım istiklale
Yumuşak huyluysam kim demiş uysal koyunum
Kesilir belki çekmeye gelmez boynum
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim
Adam aldırma da geç diyemem aldırırım
Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırım
Zalimin hasmıyım ama severim mazlumu
İrticaın şu sizin lehçede manası bu mu?
Batıya Bakışı: İstiklal Marşında “tek dişi kalmış canavar” olarak nitelendirir Batı’yı. Ancak bu ifade hasmane bir yaklaşımdan ziyade durum tespitidir. O, Batı’nın teknolojisinin alınması, kültürüne mesafeli olunması düşüncesindedir. Avrupa’yı gezerken karşılaştırmalı incelemeler yapmış,
 Gezdim Diyar-ı Garbı kaşaneler gördüm
Gezdim diyar-ı İslam’ı viraneler gördüm,
Dinleri işimiz gibi, işimiz dinimiz gibi, tespitlerini yapmıştır.
Fransızın nesi var? Küfrü bir de ilhadı
           Kapıştı bunları yirminci asrın evladı
Ya Almanın nesi var? Nefsi okşayan birası
Unuttu ayranı matuha döndü kahrolası
Hani heriflerin dünya kadar sanayi var,bedayi var, edebiyatı var, sanatı var.
Giden bir avuç olsun getirse memlekete
Döner muhitimiz elbet muhit-i marifete
Siyasi Faaliyetleri: İttihat ve terakki Fırkasına üye olur. Kendisinden, teşkilatın bütün emirlerine kayıtsız şartsız yemin etmesi istenir. O da derhal onlardan ayrılır ve bundan sonra siyasetten uzak durur.
EDEBİ KİŞİLİĞİ: “Edepsizliğin başladığı yerde edebiyat biter” der. Edebiyatta edebi gözetmeyenlere, “Edebiyat adına ortaya çıkanları bizler birer adi simsar bulduk.” der.    Batılılaşma uğruna ta o zamanlar başlamış. Akif de onları eleştiriyor ve şöyle diyor:
 “Edebiyata süs ve çerez diyorlar. Aç ve çıplak bir milletin elbiseye ve gıdaya ihtiyacı var. Gıda ve elbise olmayan edebiyat bize bir şey söyleyemez.”
Baş yazarı olduğu “Sebilü’r-reşat” dergisinin yayın politikasını şöyle açıklıyor: “Bu dergide yayınlanan yazılar kaba olabilir ama ahlaki ve içtimai olmak zorundadır. Yerli malı olacak ve faydalı olacak. Yazılarımızı en namuslu ailelerde okunabilecek şekilde yazıyoruz.”
GÖRÜŞLERİ:  Mehmet Akif, döneminin seçkin İslam alimleri ve mütefekkirlerinden biridir. İslam aleminin içinde bulunduğu buhran Onu derinden sarsar ve üzer. Çöküşün sebeplerini irdeler, kurtuluşun yollarını arar ve bunları şiirlerine yansıtarak insanları aydınlatmaya çalışır. Birinci Dünya savaşı sonrasında da Anadolu’da vaazlar vererek toplumu uyandırmaya çalışmıştır.  O tefrikanın, (ırkçılık, bölgecilik, ideolojik ayrılık vs.) İslam aleminin gerilemesinde önemli bir sebep olduğunu düşünür:
Girmeden bir millete tefrika düşman giremez.
Toplu vurdukça onu top sindiremez.
En büyük düşmanıdır ruh-u Nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın
Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor.
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.
İşit! Bir hükm-i kat’i var ki istinafa yok meydan
Cemaattan uzaklaşmak,uzaklaşmaktır Allah’tan
 
Arab’ın Türk’e,Laz’ın Çerkez’e, yahut Kürd’e
Acemim Çinliye rüchanı mı var? Nerde?
Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer?
Fikr-i kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber
Artık ey milet-i merhume! Sabah oldu uyan
Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü çan?
Ne Araplık kalacak ne Türklük aç gözünü
Dinle Peygamber-i zişan’ın ilahi sözünü
Ersoy’a göre Müslümanların gerileme nedenlerinden birisi de aralarındaki birliği bozacak şekilde kavmiyetçiliğin peşine düşmeleridir. Bu konudaki kanaatlerini ortaya koyduğu bir vaazında şöyle söyler:
“Ey cemaati müslimin! Milletler topla, tüfekle, zırhlı ile, ordularla, tayyarelerle yıkılmıyor, yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki bağlar çözülerek herkes kendi başının derdine, endi havasına, kendi menfaatini temin etmek sevdasına düştüğü zaman yıkılır. .. Müslümanlık bağı ırkı, iklimi, lisanı, adetleri, ahlakı büsbütün başka olan bir çok kavimleri birbirine sımsıkı bağlamıştı. Boşnak İslavlığını, Arnavut Latinliğini, Pomak Bulgarlığını... kısacası her kavim kendi kavmiyetini bir tarafa atarak Müslüman halifesinin etrafında toplanmış, kelimetullahı yükseltmek için canını, kanını, bütün varını güle güle koşa koşa feda etmişti. Fakat sonraları aramıza Avrupalılar tarafından türlü şekiller altına ekilen fitne, tefrika, fesat tohumları, bizim haberimiz bile olmadan filizlenmeye, dallanmaya, budaklanmaya başladı. O demin söylediğim bağ gevşemeye başladı...”

O,mevcut problemin Kur’an’ın iyi anlaşılmamasından kaynaklandığını düşünür:
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alarak ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı,    der ve şöyle devam eder:
Lafz-ı muhkem yalınız anlaşılan Kur’an’ın
            Çünkü kaydında değil hiç birimiz mananın
Ya açar Nazm-ı Celilin bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için
 Yanlış kader anlayışını eleştirir:
“Kader” miş öyle mi? Haşa bu söz değil doğru
Belanı istedin Allah da verdi doğrusu bu!
Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun
Onun hesabına bir çok hurafe uydurdun
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya
Zavallı dini çevirsin onunla maskaraya
             “Ey iman edenler Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkun” (Al-i İmran,102) ayet-i kerimesini açıklamak üzere şöyle demiştir:
            Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır.
            Fazilet hissi insanda Allah korkusundandır.
            Bir yok farzedilsin gönüllerden havf-ı Yezdan’ın
            Ne imanın kalır te’siri kat’iyyen ne vicdanın
             O günün dini ve ahlaki yaşantısından da şikayetçidir:
            Nerede Müslümanlık? Bizden geçmiş insanlık bile
            Alem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile
            Kaç hakiki müslüman gördümse hep makberdedir.
            Müslümanlık bileme ama galiba göklerdedir.
            Bütün olumsuz şartlara rağmen asla yeise düşmez:
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak
Nasihatı:İhtiyar amcanı, dinler misin, oğlum Nevruz !!
Ne büyük söyle, Ne çok söyle; Yiğit işte gerek ,Lafı bol, karnı geniş, soyları taklit etme ; Sözü sağlam, özü sağlam ol, ırkına çek.
M.Akif’in, “Asım’ın Nesli” olarak nitelendirdiği ideal bir gençlik prototipi vardır. 
Asımın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.
Ona göre; “Asım, vücudu gibi imanı da kuvvetli, hassas, irfan sahibi, ahlaklı, müspet ilimler okumuş bir gençtir. Milletin yükselmesi için gereken iki kudret bilgi ve fazilettir. Biz faziletten uzak düştüğümüz gibi son üç asrın bilgisinden de habersiz bulunuyoruz. Fakat, fazilet devirleri gerçekten parlak bir büyük bir milletin çocuklarıyız. Asım’ın nesli Avrupa’da tahsil görecek, oranın kaynaklarından en geniş şekilde faydalanacak, bunları yurda taşıyarak üç yüz senelik ilim kaybını kapatacak. Böylece, faziletimiz bilgiyle beslenince, en ileri bir millet haline geleceğiz.”
Sözümü Mehmet Akif’in fedakarlık ve yardımseverliğini gösteren iki örnekle tamamlamak istiyorum:
            Balıkesirli alim Hasan Basr-i Çantay anlatıyor:
            Hiç unutmam Ankara’dayken bir gün bizi evine çay içmeye davet etmişti. Biz gitmek üzereyken O koşa koşa geldi ve dedi ki:
            “Bu akşam çayı sizde içeceğiz.” Ben tabi memnun oldum fakat sebebini de öğrenmek istedim. Şöyle dedi: “Bizim evdeki kilimi bir fakire vermişler.” Evinde zaten serili bir kilim vardı ve veren de kendisiydi. Yine soğuk bir kış günü ceketiyle dışarı çıkmış, üşüyor fakat belli etmemeye çalışıyordu. Paltosunu niçin giymediğini araştırdım. Meğer paltosunu da kapıya gelen ve üşüdüğünü söyleyen bir fakire giydirmiş.
            Ruhu şad olsun, Rabbimiz bizi ve neslimizi Onun aydın fikirleriyle aydınlananlardan eylesin.
                              Mukadder Arif YÜKSEL
İlmi ve Fikri Mülahazalar

Yorumlar

Popüler Yayınlar